Havaalanında beni karşılayan Fin arkadaşım, sakın kimsenin gözünün içine bakma diye beni uyarıyor. Gerçekten mi diye şaşırarak suratına bakıyorum. Tabi ki şaka ama yine de daha önce giden arkadaşların da biraz abartması ile, olabilir mi gerçekten diye bir düşünüyor insan.
Şaka bir yana Finlerin tatlılıkları dışında, 2 gün içerisinde Helsinki’de gezilecek yerleri, içilecek ve yenilecek mekanları ve genel kültürün hatları nasıldır, kısaca onu anlatan bir yazı olacak.
Finler kendi dillerinde Finlandiya’ya Sisu diyorlar. Kulağa çok hoş geliyor değil mi 🙂 1917 yılında bağımsızlıklarını ilan etmişler, bu sene ülkenin kuruluşunun 100. yıl dönümü, o sebeple gitmek için süper bir tarih, birbirinden değişik etkinlikler organize edilecekmiş. Her Fin İsveçce de öğrenirmiş ilkokulda, bu da tarihlerinin İsveç ile sıkı sıkıya bağlı olmasından kaynaklanıyormuş.
Genelde herkesle İngilizce anlaşabiliyorsunuz ama bunları tabi ki bilin:
Kitos – Teşekkürler,
Merhaba ise Terve demek.
Başka kelimeler de öğrendim tabi ki, buraya yazmiyim. (öğrenemedi ) Onları da gittiğinizde öğrenirsiniz artık 🙂
Bu arada, hazır lafı geçmişken “yabancı dilde zorlanıyorum, ne yapacağım bilemiyorum” derseniz preply dan online kurslara göz atabilirsiniz. – Reklamlar sona erdi :))
Helsinki’ ye Ocak ayında gittim. Yani başka ay mı yoktu diyebilirsiniz ama düşündüğünüz kadar soğuk değil gerçekten.0 ile -3 arasında gidip geldi derece, ama bazı dönemler -10 ile -15 arasında uzun kalabiliyormuş. Biraz da kış ülkesi olduğu için öyle şekilde görmenin de güzel olacağını düşündüm. O sebeple yaz aylarında gitmenizi öneririm demeyeceğim. Ama aksini söyleyen şöyle bir video da var:
Tabi yazın hiç batmayan güneşi görmek bayağı ilginç olabilir, ben de merak etmiyor değilim.
Helsinki’ de Ulaşım
Ulaşım konusu biraz bizim İstanbul’a benziyor, herkesin akbili var ama tren içerisinden veya küçük marketlerden de bilet alabiliyorsunuz. Havaalanında şehir merkezine tren mevcut, kontrol de pek olmuyormuş, almasak da olur dedi arkadaşım ama ben tırstım. Misal benim Helsinkili arkadaş 5 senedir bilet almıyormuş, 2 kere yakalanmış baya kârdayım dedi. Bir Fin böyle bir şey yapmaz mesela ona bir şeyler olmuş töbe estagfurullah.
Helsinki’ de Neler Yapılır
Helsinki gezi rehberimi – rotamı 2 ayrı güne ayırıyorum. Böylelikle daha geniş bir şekilde kendimi ifade edebilirim. Hani şu; “bu şehre bilmemkaçgün yeter ” klişesine yaslanıp Helsinki’ ye 2 gün yeter demek istemiyorum. Ancak 2 bölüme ayırmak daha doğru olacak. Bu bölümlerde Helsinki şehir merkezinden, lokantalara ve gece hayatına uzanan bir rehber oluşturmaya çalışacağım.
1. Gün
Helsinki Şehir Merkezi Rotası
Kiasma Mannerheimplatsen Caddesi üzerinde bir gezi rotası… Burası zaten Helsinki’nin merkezi diyebiliriz. Birçok restoran, cafe ve alışverış için mağazalar mevcut. Kiasma’dan bu caddeyi takip ettiğinizde, bir alışveriş merkezi ile karşılaşıyorsunuz solda. En üst katında Loiste isimli şık bir restoran var, biz burayı manzara için kullandık. Terasından 360 derecelik bir manzaraya hakim, Helsinki’yi tepeden görebiliyorsunuz.
Ardından da yukarıdaki resimde göreceğiz Kaivokatu Caddesi‘ nden geçerek Helsinki Tren İstasyonu’na uğrayıp (resimde soldaki bina), lezzetli mi lezzetli somon çorbasını içeceğimiz yere gittik. Aslında öyle aşım şahım bir yer de değil ama nedense çorba bana pek bir tatlı geldi. Tüm Finlandiya’da bayağı bilinen bir yermiş, bildiğin fast food ama Fin yemekleri satıyorlarmış. Avrupa’ya açılması gerek diye ekledi arkadaşım. İsmi Cafe Picnic. 6 € falan olması lazım bir kase çorba.
*Bu arada Finlandiya pahalı arkadaşlar, gerçekten pahalı. İçkiler pahalı, yemekler öyle. Hani gidip “aslında pahalı değil abi yea” diyenlere aldırış etmeyin. Gittiğim yerlerde fiyat konusunda bilgiler vererek anlatmaya çalışacağım.
Ardından yolu takip edince zaten Tuomiokirkko (Helsinki Katedrali), Sofiankatu incecik sokağından geçip limana varabilirsiniz. Bu sokakta sözde kapısı tıklayıp şahane cintonikler içebileceğiz gizli barlar varmış ama saat erken olduğu için biz keşfedemedik. Limandaki Kauppatori yani bildiğiniz pazar bayağı meşhur, Esplanadi tatliş bir park/sokak.
Helsinki’ de sanat sepet olaylarından bahsetmem gerekirse; ben ilk gün Çağdaş Sanat Müzesi olan Kiasma’ya gitmeyi tercih ettim. Bir Tate bir Moma kadar büyük değil tabi ama ama güzel işler vardı. Benim şansım biraz Mona Hatoum’un işlerini görmek oldu. Bu linkten bilgi alabilirsiniz: http://www.kiasma.fi/en/exhibitions-events/mona-hatoum/ Giriş 12 euro, öğrenci 8 idi sanırım.
Helsinki’de Tipik Bir Akşam Yemeği
Akşam yemeğini Cella isimli bizimkilerin bile en son 10 yıl önce gittikleri çok tipik bir Fin restoranında yiyoruz. Ben deniz ürünü alıyorum, ama et yiyenler için reçelli geyik önerebilirim. Ufacık tadına baktım, gerçekten güzeldi. Porsiyonlar devasa, 1 şişe şarabımızla beraber 70 küsür euro ödüyoruz. (2 kişi)
Bu arada yemekteki ortam benim için farklı bir tecrübe oldu diyebilirim. Arkadaşım, doğma büyüme Helsinki’li çift arkadaşlarını da yemeğe davet etmişti. İnanılmaz kibar, bizim kısık diyebileceğimiz bir ses tonu ile konuşan, sürekli gülümseyen bir kadın ve genelde soru sorulduktan sonra 3 sn düşünüp cevap veren, biraz daha az mimikli bir adamla, yavaşça bir yemek yedik.
Kibarlık, ama yalın ve gösterişsiz bir kibarlık. Ses seviyesi hep aynı oktavlarda geziniyor. Kimsenin lafı kesilmiyor, baktım ben yanlışlıkla laf kesiyorum, 3 saniye kuralını koydum kendime. Içinden say, 1 2 3… Evet! Şimdi muhabbete katılabilirim 🙂
Oradan çıktık. İçimi bir heyecan kapladı. Biliyorum çünkü Finlerin nasıl affedersiniz öküz gibi içtiğini. Bir kere long drink dedikleri içkiyi mutlaka bilmeniz lazım, gurur duyuyorlar bununla, biz bulduk bu içkiyi diye. En meşhuru Lonkero. Tadı da her ne kadar arkadaşım çok sinirlense de Smirnoff Ice’a benziyor ama tabi bu daha güzeli.
Sirdie isimli küçücük, normalde tıklım tıkış olan bir mekana gidiyoruz. İçeride tam da düşündüğümüz gibi zil zurna sarhoş bir amca var. Sırayla tek tek masaları gezip, hal hatır soruyor. O gün şirketi satıp birkaç milyon dolarcık kar etmiş kutlamak için içiyormuş 🙂 Müzik kutusuna para atıp, bize Nina Simone’dan güzel bir şarkı çaldı: I have no money ya da benim hayal gücümdü artık bilmiyorum.
Orada long drinklerimizi içtikten sonra Rytmi isimli bir cafe/bara gittik. Burası biraz daha Cihangir kafası, ipster aktörler aktrisler genelde burada takılıyormuş. Viski ve yanında biralarımızı içtik, bu benim arkadaşın ritüeli mi yoksa bir Finin mi emin değilim ama kesinlikle tavsiye ederim. Taksi ile eve döndük. Taksi şaşırtıcı şekilde çok pahalı değil idi, yaklaşık 5 km’lik yol için 10 € ödedik.
Ve sauna vakti. Sarhoş sarhoş saunaya girmek pek bir adettenmiş. Ama saunada sızıp vefat edenler de oluyormuş (!) ondan siz gene de dikkat edin. Her evde net büyük veya küçük bir sauna var. Arada balkona çıkıp içki ve sigara içiliyor, hop tekrar geri saunaya. Tabi benim ılıman iklime alışkın bünyem balkonda pek duramadı ama yine de denemedim değil. Yazlık saunalar oluyormuş, balkon yerine hoop cumburlop göle.
2. Gün
İkinci günümüze kahvaltımızda Finlerin meşhur ekmeği var idi. Karelian pie ismi, biraz tahılı bol bir hamur işi. Kahvaltıdan sonra ormanın içerisinde biraz yürümeye karar verdik. Kocaman ağaçlar. Zira bu orman Central Park’tan daha büyükmüş ve dünyanın şehir içerisinde bulunan en büyük parklarından bir tanesi imiş. 10 km’lik bir alanı kaplayan parkın içerisinde yürüyüş ve koşu parkurlarının yanı sıra, buz pateni, at binme gibi farklı etkinliklere de katılabileceğiniz alanlar mevcut. İsmi bildiğiniz Central Park – Keskuspuisto.
Oradan biraz yürüyerek Sibelius Parkı’na doğru yola koyulduk. Bu arada şunu eklemeliyim ki Helsinki küçük bir şehir yani sokaklar genelde sakin, mekanlar bizimkisi gibi curcuna değil. Ama yolda hokey maçı için koşan kalabalığı görünce bir şaşırdım. Daha da kalabalık görmedim zaten 🙂 Eğer izlemediyseniz şahane bir tecrübe olabilir bu arada, baya seksi bir oyun diyebilirim 🙂
Neyse biz dönelim Sibelius Parkı’na 🙂 Ünlü Fin besteci Jean Sibelius’a adanan büyük bir anıt duruyor parkın ortasında. Gitmeden dinlemek isterseniz:Best of Sibelius. Anıtı takip eden yol bizi deniz kenarına çıkarıyor. Kenarları buz tutmuş, hatta küçük bir kayığın buzlar arasına sıkışıp kaldığı sular dolunayın da etkisiyle parıl parıl parlıyor. Küçücük, belki 5 masanın sığdığı bir bungalova atıyoruz kendimizi. Biraz üşümüşüz! Tarçınlı çay ve muhteşem bir domatesli peynirli kiş ile biraz enerji alıp yine yürümeye devam ediyoruz.
Buradan sadece Helsinki’nin değil, dünyanın da en meşhur jazz barlarından bir tanesi olan Story Ville’e gidiyoruz. 2 long drink için 17 euro ödüyorum. Ama alışmışım artık haha 🙂
Belki yönetmen Kaurismäki’yi duymuşssunuzdur. Şu film aka Boheemielämää hem Fin kültürünü yansıttığı için, ya da yansıtmıyor kardeşim derseniz bile, beni güldürmekten öldürdüğü için kesinlikle tavsiye edebileceğim bir film. You are under arrest, you are under arrest. Direkt cevaplar, soruların ve yanıtların arasındaki 3 saniyelik dinlenmeler, aslında hep Finlerden gelen bir kültür. Fransız sinemasını da etkilemiş.
Kocaman bir ülkede bir avuç insan yaşayınca öyle oluyor diyorlar. Velhasıl, işte bu Kaurismäki’nin Corona isimli bir cafesi var. Bilardo Finlerin çok sık oynadıkları ve çok da başarılı oldukları bir oyun. İşte Corono’da ister bilardo oynabilirsiniz, ister bar kısmında veya cafe kısmında takılabilirsiniz. Biz Irish coffee içtik, bayağı iyiydi! Garsonlar biraz suratsızdı ama olsundu.
Helsinki dizayn konusunda ilginç bir sadeliğe sahip gerçekten. Littala gibi ünlü markalardan tutun da mimariye kadar, minimal esintiler şehrin ve kültürün bir parçası. Her şehir de olduğu gibi buranın da bir baş mimari var – Alvar Aalto.
Kentin çeşitli yerlerinde eserleri ile karşılaşma imkanına sahipsiniz. Ayrıca Helsinki 2012 yılında Avrupa Dizayn Başkenti seçilmiş. Barın ardından çeşitli küçüklü büyüklü dükkanların bulunduğu ve dizayn semti olarak anılan yere küçük bir gezinti yaptık, daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Mesela siz hiç böyle bir yapıyla karşılaştınız mı? Helsinki gezisi sizi mimari tasarım açısından sizi oldukça doyuracak ufkunuzu genişletecek.
Geldik yemeğe. Baskeri & Basso isimli bir lezzetli mi lezzetli müdahalelerde, sürprizli yemekler yapan bir restorana giriyoruz. Burada tipik bir Fin yemeği için değil ama güzel yemek yemek için gidebilecek bir restoran. Aynı zamanda zengin bir şarap menüsü de var, şişeler 70 €’dan başlıyor sonrasında nerelere kadar gittiğine bakmadım 🙂 Ambiansı loş ve hoş, tuvalette ayna yerine bir portre var (subliminal mesajlar mesajlar), bayıla bayıla ortamın ve yemeklerin tadına çıkardık. Şişe şarapla beraber 150 Euro civarı verdik.
Son durağımız Club Kaiku idi. Bizim gittiğimiz gün DJ Lorenzo Senni çalıyordu. Ba – yıl – dım. Gençler Helsinki’de burada patlıyormuş 🙂
Helsinki gezimizden şimdilik havadisler bu şekilde. Bir not: Helsinki gezisinin rehberliğini Pasi’ciğim üstlendi. Ona da buradan sevgilerimi göndereyim. Siz de eğer bu rotayı takip eder veya buradaki önerilerden birkaçını denerseniz ve severseniz, sevdiğinizi de belli ederseniz çok mutlu oluruz. Ayrıca hazır yakınlaşmışken Norveç Fiyortları gezisine de buradan⇐ göz atabilirsiniz.
Kısa süreli seyahat planlarınız için Helsinki gezi rehberi oluşturmaya çalıştım. Kışında, yazında gitseniz, bulunduğu coğrafya, kültür farklılığı, gezilecek, görülecek yerler açısından Helsinki kesinlikle ufkunuzu açacak bir yer.
İdil Şerifoğlu
BIG BONUS: